AFC Wimbledon Maç Günü
Yine, yeni, yeniden futbol açlığımızı doyurmak için yollara düşüyoruz. Bu kez Ada’daki profesyonel futbolun en derinliklerine inerek, hiyerarşide yerel liglerin hemen üzerinde yer alan ‘League Two’ takımlarından AFC Wimbledon’un evine konuk oluyoruz. Seyir zevki açısından beklentilerin yüksek olduğu maçın hikayesinden önce, bu ekip ve onların doğal rakiplerinin tuhaf hikayesiyle başlamak doğru olacak.
Her ne kadar günün maçında rakip ‘Crawley Town’ olsa da, AFC Wimbledon ve Milton Keynes Dons arasındaki hikayeye de değinmeden olmaz. 1889 yılında kurulan Wimbledon kulübü uzun yıllar alt liglerde mücadele etmiş ve ciddi bir başarı gösterememiş. 70’li yılların ortalarından itibaren vites artırarak 1986 yılında birinci lige, bugünkü adıyla ‘Premier League’e yükseldiler. 1988 yılında ise hayallerinde dahi göremeyecekleri bir başarıya ulaşıp, FA kupası finalinde Liverpool’u saf dışı bırakarak kupaya uzandılar. Yakın geçmişte amatör kümede olan bu kulüp için rüya gibi bir başarıydı bu.
90’lı yılların ortalarından itibaren ekonomik sorunlar kulübün yakasını bırakmadı. Hillsborogh faciasından sonra adada, yepyeni regülasyon ve güvenlik gereksinimleri ortaya çıktı ve bunların hemen hiç birini karşılayamayan Plough Lane kaderine terk edildi. Kulüp, yeni bir stadyum için ekonomik kaynak yaratamadığı için Palace’ın stadı olan Selhrust Park’ı kullanmaya başladılar. Bu yıllar içerisinde kulübün İrlanda dahil olmak üzere Londra dışına taşınma ihtimali hemen her seferinde sekteye uğramış ve taraftarlar tarafından kabul görmemiştir. Neticede iyice zayıflayan ve zorluklarla boğuşan Premier League’in kurucu ekiplerinden olan Wimbledon, 2000 yılında Premier League’den düştü. Yine aynı dönemde Peter Winkleman’ın Milton Keynes şehrine kurduğu ‘Stadium MK’ kendisine takım arıyordu. Uzun uğraşlar ve taraftar tepkilerine rağmen Wimbledon, Milton Keynes şehrine taşınarak köklerinden de kopmamak adına ‘Milton Keynes Dons’ adıyla (burada Dons önemli çünkü Wimbledon’un lakabı Dons idi) hayatına devam etti. Orjinal kulüpleri başka şehre giden taraftarlar buna tepki olarak, resmi karardan iki gün sonra 30 Mayıs 2002’de AFC (A Fan’s Club) Wimbledon’u kurarak bugün hala Londra’nın güneyinde hayatını sürdüren ekibin temellerini attılar. Amatör kümenin en diplerinden tekrar yukarı çıkmak zorunda kalan AFC Wimbledon, Championship’e kadar yükselebilmiş olsa da şu sıralar ezeli düşmanlarıyla birlikte 4. Ligde, yani League Two’da mücadele ediyorlar. Bu hikayede ‘kötü adam’ı otomatik olarak oynayan Milton Keynes Dons ise adanın en az sevilen hatta hemen herkesçe nefret edilen ekiplerinden biri unvanını almış bulunuyor. Bu ilginç rekabet ve AFC Wimbledon hikayesi için topladığı bilgilerden ötürü Yiğit Deniz’e de ayrıca teşekkürlerimizi iletiyoruz (Twitter: @altligleren).
Gelelim bu güzide ekibin saha içerisinde vermekte oldukları mücadele ve mahallelerinde oluşan havaya. Şehrin dışı sayılabilecek olan bir mahalle Wimbledon ve buraya ulaşım diğer stadyumlar kadar kolay değil. Stadyuma metrodan sonra yürümek isterseniz yaklaşık 15 veya 20 dakika (hangi durakta indiğinize göre değişir) harcamanız gerekmekte. Artık bizim de alışık olduğumuz şekilde maç günü pub’ına girişimizi biletlerimizle yaptıktan sonra alıştığımız havayı soluduk. İçeride Football Manager reklamlı formalarıyla Wimbledon taraftarları biralarını, stada sadece beş dakika yürüme mesafesinde olmanın da verdiği rahatlıkla ağır ağır içtiklerini gördük. Coşku çok üst seviyede olmasa da, taraftar kalabalığı bir Salı akşamına göre oldukça fazlaydı. The Corner Pin (SW17 0AY), taraftarların ana buluşma noktası olsa da stadyum içerisinde de zaman geçirmek için alanlar mevcut.
Plough Lane, göreceli olarak genç bir yapı ve bu sebeple oldukça modern bir görünümü var. Ancak dışarıdan göründüğü haliyle oldukça lüks bir spor salonunu andırıyor. Bizim giriş yapacağımız kapıya geldiğimizde ise artık gerçek bir stadyuma giriş yapacağımıza ikna olduk. Önünde heykeli, arka planında store’u ile Plough Lane bizi karşılamıştı. Fulham, Palace ve Leyton statlarının aksine oldukça geniş ve modern bir girişten sonra bizi bira stantları ve Wimbledon’un hikayesi karşıladı. Her ne kadar kapasitesi düşük bir stadyum olsa da, bira otomatlarından nasibimizi her zamanki gibi alıyor, siparişimiz devre arasında hazır olması için düğmeye basıyoruz.
İç tarafta ufak bir stadyum turu yaptıktan sonra yerimizi bulma macerası sırasında diğer statlarda olmayan ufak bir detay gözüme çarpıyor. İngiltere’de futbol maçı yayımlandığı sırada televizyonda alkollü içecekle görünmemeniz, tribünde değil de iç kısımda bira içmenizin ana sebebi. Nispeten eski stadyumlarda zaten sahayı gören çıkışlar dar ve merdivenle kapatılmış olduğundan, buradaki uygulama diğer stadyumlarda yok. Uygulama da şu, siz içkinizi, tribünde olmasanız da, içeride belirlenmiş bazı alanlarda içebiliyorsunuz. Sahayı direkt gören ve tribünlere inen merdivenlerin önünde bir nevi ‘park yapılmaz’ çizgileri var ve o noktadan sahayı görmek için elinizde biranızla iç kısma doğru seyirtirseniz görevliler sizi kibarca uyarıyor.
Daha önce gittiğimiz Leyton Orient maçında oldugu gibi, bizi sıkıntı vermek suretiyle öldürmeye çalışan League One ekiplerinin kulaklarını maç sırasında oldukça çınlatıyoruz. Yine düşük skorlu bir maç olsa da seyir zevki açısından gayet tatmin ediciydi. Her iki takım da oyun planı açısından ne yaptığının farkında, futbolun doğrularını ortaya koymaya çalışır bir görüntü sergiledi. Kale arkası her yerde bildiğiniz gibi, tezahüratları başlatıp takımı ateşlemeye çalışan tayfa yerli yerindeydi.
Crawley Town taraftarı ise hatırı sayılır bir yoldan gelmiş olmalarına rağmen klasik deplasman tribünü taktiğiyle sınırlı ses ve güçlerini tam gerektiği yerde devreye sokarak takımlarına destek veriyorlardı. Mücadele ettikleri ligden bağımsız olarak takımlarını desteklemek için hafta içi ve ciddi bir mesafe kat ederek buralara gelen taraftar da en azından bir puanı hak ediyordu. Nitekim öyle de oldu… Ancak iç saha maçlarında gol olup yağan Wimbledon’un gol bulamaması, deplasman maçları hentbol tadında geçen Crawley Town’un ise sadece 1 (yazıyla bir) gol bulması ise, sadece 2bira1maç ekibinin stadyumda bulunmasıyla açıklanabilir.
Maç sonunda stadyumda biraz daha zaman geçirme fırsatı bulduk ki bu alışılmış değildi. Zira görev süreleri yani maç sona erdiğinde, stat güvenlikleri içerideki taraftarı hızlıca tahliye edip evlerine gitmek için tüm maç olduğundan çok daha fazla çaba sarf ederlerdi, bu kez öyle olmadı. Önümüzdeki yan hakemin hatmettiği çimler haricinde muazzam durumda olan Plough Lane’in zeminine temas ederek buraya tekrar gelme dileklerimizi ilettik. Takımın o akşam aldığı sonuçtan hoşnut olmayan bir taraftar da cüzdanıyla birlikte kombine kartını tribünlerde bırakarak evinin yolunu tutmuştu ki, kendisinin imdadına yetişerek stat görevlilerine teslim ettik. Çıkışta resmi ürünlere para harcamaya hevesli olan ekibimiz ise Wimbledon Store’un tuhaf çalışma saatleri sebebiyle istediğine ulaşamadığı bir akşamdan sonra ağır aksak evimizin yolunu tuttuk.
The Dons’un bizi güzel ağırladığı, futbola, kültürüne ve hikayesine bayıldığımız bir maç gününden daha tatmin olmuş şekilde ayrıldık. Bu tarihi zengin, belirli bir noktadan sonra entrika ve dramalara sahne olmuş ekibin de yolculuğunu, her zaman olduğu gibi, yakından takip etmeye devam edeceğiz.
Görüşmek üzere.
Batu