Yine bir maç günü yine biz.. Günün sonunda olacaklardan habersiz olan ekibimiz için sıradan başlayan bir maç günü.
Ekibin şanslı çoğunluğundan olmayan bendeniz, şehri baştan başa kat etmek için yola koyuldum. Yol boyunca Green Street Holigans filmini tekrar izlemeye karar verdim. Boru değil, filmde ‘The Abbey’ olarak geçen fakat gerçekte ‘The Griffin’ isimiyle anılan pub’da buluşacağız da ondan! Uzun süren tren yolculuğu sırasında filmi atlayarak izleyebildim ve Bovver’ın (affedersiniz) dallamalıklarına yeniden sinirlenme fırsatı buldum. Bak yine aklıma geldi, pis mahlukat.
Derseniz ki ‘e hocam, West Ham nere Brentford nere. West Ham’ın stadyumuna yakın bir pub’da çekseler daha gerçekçi olurdu’, kesinlikle hak veririm. Ufak bir araştırmayla bu absürtlüğün halka açıklanmış resmi bir sebebi olmadığını öğrendim. Sadece bir dizi tahminden oluşan sebeplerin ortalamasını özetlemek gerekirse; ‘çünkü öyle’ydi.
The Griffin
Çekiminin üzerinden 20 yıl geçen GSH filminin belki de en kült sahnelerinin geçtiği mekandayım. Seferi sayıldığımdan bir miktar gecikmiş olmam sorun yaratmıyordu (eyvallah beyler!). Tüm ekip, artı ‘wildcard’larımızdan Tayfun, mekanın önünde güneşin tadını çıkartıyordu. Hoşbeş devam ederken hem pub hem de filmi harmanladığımız koyu bir muhabbet dönüyordu. Bir yandan vurucu sahnelerden bahsederken bir yandan biralarımızı yudumluyorduk. Filmde, Bovver’ın Tommy’yi ilk ziyaret ettiği sahneyi hepimiz aşağı yukarı hatırlıyoruzdur. O sahnede hangimiz hatunlardan ötürü daha fena hırpalanırız diye geyiğimize tam gaz devam ediyorduk. Bir konsensüse varamamış olsak da ortak kanı çok hırpalanacağımızdı.
Biraz ötemizde masalarda olanlarla röportaj yapan bir çekim ekibi fark ettik. Ekibe gelmeden önce masaların dağılımından da biraz bahsetmek gerekir. Her ne kadar net bir ‘taraftar pub’ı olmasa da burası maç öncesi taraftarların sıklıkla uğradığı mekanlardandı, fakat yalnızca Brentford taraftarları değil bugünkü rakip olan Aston Villa formalı taraftarları da görebiliyorduk. Üzerimizde ne olduğundan bağımsız sadece elimizdeki biranın markasıyla yargılanacağımızdan emin olduk. Röportaj yapan ekip sadece Guinness içenlere yanaşıyordu ve bizim de şansımızı artırmak için yapmamız gerekeni tahmin etmişsinizdir. Sonradan öğrendik ki bunlar Premier League adına, Youtube sayfasında çıkacak bir maç günü vlog’u için çekim yapıyorlarmış. Mevzubahse konu olan röportaj, bizim adımıza günün en büyük olayıydı, şimdilik..
Mini röportajımızda rezil rüsva olup, Brentford ile ilgili zerre tarihsel bilgimiz olmadığı su yüzüne çıktıktan sonra aheste aheste stadyuma doğru seğirttik. Maçın başlamasına yaklaşık 1,5 saat ve yolumuzun kısa olmasına rağmen hareketlenmiştik. Daha önceden Yunus ile olan münasebetimiz sebebiyle onun davetlisi olarak hospitality alanında maç gününü deneyimleyecektik. Yol üstünde Brentford store’a uğradık ve maç için gerekli teçhizatı aldık.
Köprünün üzerine geldiğimizde hem stadyumu artık net seçebiliyor hem de batan Londra güneşinin bizleri iyice ısıttığını hissedebiliyorduk. Güneş ışınlarının son demlerinde aydınlattığı bu manzaradaki anımızı ölümsüzleştirmek için durduk ve bi selfie aldık. İyi göründüğümüzü düşünen tek biz değilmişiz ki, maç günü fotoğrafçılarından birinin bizi fotoğrafladığını fark ettik. O an Ege’den sadece bir ‘thumbs up’ alan bu fotoğrafçı abimiz, ilerleyen dakikalarda aklımızı kaçırmamıza vesile olacaktı.
G-Tech Community Stadyumu ve Hospitality
Biletlerimiz okuttuktan sonra hospitality, akabinde de VIP bölümüne doğru geçtik. Bize hazırlanmış masamız ile İngiltere’de alışık olmadığımız şekilde siparişlerimizi verebileceğimiz garsonların varlığıyla bile duruşunu bozmayan ekibimize şapka çıkartmak istiyorum! Biralarımızı ve oldukça lezzetli ikramlarımızı sipariş ettikten sonra ortamı biraz süzme fırsatı buldum. Kafamı çevirdiğim hemen her yerde Brentford amblemi görmek mümkündü, hatta imkandan ziyade bir zorunluluktu diyebilirim.
Maçı beklerken VIP alanın tadını çıkartan ekibimiz yeni bir heyecana çok yakındı. İçeriden resmen koşarak gelen Berk elinde telefonu tutup ‘bunu gördünüz mü Premier League hesabı bizi paylaşmış’ diye ağzımıza sokarcasına telefonunun ekranını gösteriyordu. Önce çok içti diye düşünsem de henüz saat daha erkendi. Ne hesabı n’oluyor derken linki gönderdi ve ne görelim! Gerçekten Premier League resmi twitter hesabı bizim fotoğrafımızı paylaşmıştı. İşte az önce aklımızı kaçırmamıza vesile olacak fotoğrafçı yapacağını yapmıştı. Öylesine fotoğrafımızı çektiğine inandığımız bir fotoroman sayesinde hayal edince bile hala saçma gelen bir deneyim yaşamıştık.
Gelelim Yeşil Sahaya
Yerlerimize geçtiğimizde bizi, tüm Birleşik Krallık’ın en rahat koltuklarının karşıladığını anlamıştık (kaba etimden bildiriyorum). Sınıf farkının stadyum içerisinde bile ne denli yoğun yaşanabileceğinin bilmem kaçıncı örneğiydi bu koltuklar.
İç sahada etkili oynayan Brentford, analitiğe kafayı takmış modern hocalardan Thomas Frank’in önderliğinde ligin kalburüstü ekiplerinden biri olmayı başarmıştı. İngiltere’nin en üst ligine 74 yıl sonra ilk defa çıkan B’s* başarılı hocalarının liderliğinde son yıllarda ligdeki yerini sağlamlaştırdı ve asansör takım olma tehlikesini bertaraf etti. Ancak bugün rakip, ligin ve Avrupa’nın en iyi hocalarından Emery’nin talebeleri Aston Villa idi. İlk devre oldukça durağan geçen maçta iki rakip de birbirlerini tartıyor gibilerdi. Çok fazla tartmış olacaklar ki, terazide değişen bir şey olmadı ve devre arasına eşitlikle girildi.
İkinci yarının başında, neredeyse soyunma odasından atılan golle yenik duruma düştük. İlk yarıda dengeli geçen oyunun ardından yenik başlanan ikinci yarı, ev sahibi ekibin biraz hareketlenmesine vesile oldu. Göz açıp kapayıncaya kadar ikinci golü de kalemizde gördük ancak bu gol VAR’dan döndü. Maçın kalanında başka bir gol olmadı ve yine ev sahibi ekibi kuruttuğumuz bir maçı daha geride bıraktık. Şimdi ise sırada kavuşma anımız için yerlerimizi almaya geldi.
Günün Kahramanı
Maç sonu rejenerasyon antrenmanı sırasında nihayet sesimizi Yunus’a duyurabildik ki daha önce bu konuda pek başarılı olamamıştık. Diğer oyuncular ve aileleriyle içeri alana geçerek heyecanlı bekleyişimize başladık. Rahat koltuklar ve VIP alanında fazlasıyla vakit geçirmemizden olacak ki, ortama çok rahat ayak uydurduk. Sanki Yunus’u biz doğurup, yetiştirip Premier League’e yollamışız gibi bir vakurluk ve gurur hakimdi masaya.
Futbolcu aileleri ve yakınları da geçen dakikalarla birlikte iyiden iyiye bize anlam verememeye başlamıştı. Üzerlerinde Brentford lisanslı ürünleri (ve 2bira1maç sweatshirt’ü tabii ki!), en kibar tabirle ‘İngiliz olmayan’ bir ekip VIP alanında birilerini bekliyordu, kim bunlar temalı bakışlar yoğunlaşmıştı. Neyse ki bekleyişimiz uzun sürmedi ve Yunus geldi. Aylardır beklenen buluşma Sinan Çetin’e taş çıkartacak bir senaryo ile gerçekleşmişti. Eylül ayında G-Tech stadyumunun arka kapısında beklediğimiz Yunus Konak ile kendi davetlisi olarak aynı stadyumun içerisinde buluşmuştuk.
Kendini geliştirmeye hevesli, hoş sohbetli ve biraz da utangaç bir delikanlıyla tanıştığımızı daha ilk dakikada anlamıştım. Masaya geldiğinde biraz stresli (belki de bana öyle geldi, ne de olsa Premier League’de kalburüstü takımlardan birinin profesyonel oyuncusundan bahsediyoruz, 2bira1maç ekibiyle tanışmak onu çok heyecanlandırmış olamaz!) ve gergin gibiydi. Biz ise abileri olarak muhabbeti açmaya hevesli, onu kırmamaya gayretliydik. Aklınıza gelebilecek tüm gurbet el geyiklerini bir bir tükettik. Günlük yaşamın nasıl geçtiğinden tutun da en özlediği yemeğe; takımdaki oyuncu ilişkilerinden kariyer planlarına kadar her şeyden azar azar söz ettik. Abisinin de şehirde olmasına rağmen muhabbetin dibini sıyırana kadar bizimle kaldı ve soframıza renk kattı.
Yunus’a ve menajeri vasıtasıyla bize yaptığı davetten dolayı çok teşekkür ederek, aile saadetine daha fazla geç kalmasın diye kendisini uğurladık. Gün harika geçmiş/geçiyor, aklımızın almayacağı olaylar silsilesiyle güne devam ediyorduk.
Z Raporu
Günün heyecanı, curcunası ve koşuşturması yeterli gelmemiş olacak ki, Tottenham stadından da gördüğümüz maç sonrası heyecanına ortak olmak üzere iki alt kata indik. Takımın maskotu ve maç sonrası eğlenceyi ateşleyen müzisyenler eşliğinde stadyumun tüm imkanlarından faydalanmaya devam ediyorduk. Futbol ağırlıklı şarkı ve marşların çalındığı ortamda hala bizim gibi maç gününe devam eden Brentford’lular da vardı, hem de mağlubiyete rağmen! Hemen her maç günü yazımda değindiğim üzere buradaki insanların futbola bakış açılarını ve eğlence anlayışlarının bizimkinden ne kadar farklı olduğunu tekrar anlatıp sizi efkarlandırmayacağım. Özet, kazansa da kaybetse de adamlar eğlenmeyi unutmuyor!
En uzun maç günlerimizden (ve belki de en olaylısından!) geriye güzel anılar, hoş sohbet ve hayallerimizin de ötesinde kazanımlarla evimize doğru yavaş yavaş yollanmaya başlıyoruz. Efsane GSH filmindeki ‘The Abbey’ ziyareti, Premier League röportajı, twitter globalde boy göstermemiz ve muazzam bir maç günü deneyimi ile her tarafından oluk oluk kalite akan bu güne noktayı koyuyorduk. Niceleri ve daha güzellerinde görüşmek üzere!
*: Brentford taraftarları kısaca kendilerinden B’s yani B’ler diye bahsediyor. Telaffuzu arılar sözcüğünü çağrıştırdığından (bee’s) Brentford’un simgelerinden biri de bal arısıdır.