Lord’sa gitmeden önce Berk’in söylediği bir söz beni düşündürtmüştü. ‘Hiç bu kadar ne oyunu ne oyuncuları bilmediğim bir spor müsabakası izlemeye gitmemiştim’
Evet bir an düşününce benim de aklıma gelen bir örnek olmamıştı. İzlediğimiz sporlar hakkında hep bir fikrimiz olur, sporun en yüksek mertebesine erişmiş ‘messi ve ronaldo’ları bir şekilde biliyor olurduk (yaşımız ortaya çıkıyor). Ronnie O’Sullivan, Bold Pilot (ve tabii ki Ahmet Çelik), Luke Litter ve daha niceleri..
Bu sefer kriket izlemeye gidiyorduk ve standartları en tepede tutuyorduk. Kriketin mabedi diye anılan Lord’s Cricket Ground’da kriket maçı izleyecektik. The Hundred Ligi’nde oynanan London Spirit - Northern Superchargers takımları arasındaki maç için yerimizi aldık. Terimlerin ve takım isimlerinin yabancısı olduğunu tahmin ettiğim sizlere en azından The Hundred ne demek onu izah etmek isterim. Bu müsabaka (ya da lig) türü her takımın 100’er atış yaparak en çok puanı toplamasını hedefliyor. Yani 100 vuruştan en çok puanı çıkartan takım maçı kazanıyor. Basit değil mi? Değilmiş…
Merak etmeyin, yazının devamında ve maç günü videomuzda bu güzide oyunun kurallarına elimizden geldiğince değindim.
Lord’s Cricket’in Yolları Taştan
Görece kısa yürüyüşümüzün ardından mekana geldik. İçerisi maç dışında her şeyle ilgilenin diye tasarlanmış gerçekten bir festival yeri gibiydi. Yakın tarihte Royal Ascot’tan alışkın olduğumuz yeme-içme çeşitliliği içeride fazlasıyla korunuyordu. Etrafa göz atarak yerimize doğru ilerlerken etrafı inceleme fırsatı da bulduk. Dışarıya da bağlantısı olan ve maç günü biletsiz içeri giremediğiniz The Lord’s Tavern vardı, sitenizin sosyal tesisi gibi düşünebilirsiniz. Bu içeri ve dışarı açılan kapıları olan mekandan sonra kriketin tarihi, Hall of Fame gibi bir duvarının önünden geçtik. Tıpkı Chelsea Maç Günü videomuzda bahsettiğimiz The Shed Wall gibi zengin bilgilerle bezeli bu duvarı kullanarak kısıtlı kriket bilgimizi genişletmek için her fırsatı değerlendirdik.
Pubinno ile Self Servis Bira Keyfi
Tribünümüzün olduğu merdivenlere geldik. Lord’s Cricket’e geliş amacımız/vesilemiz olan Pubinno Smart Tap uygulamasının hayata geçtiği self servis makinelerinin önüne geldik. Bu cihazların amaçları bar, pub ve stadyumlarda bira alımı sırasında hem sırayı en aza indirmek hem de her birayı ‘mükemmel’ şekilde servis etmek. Ayrıca ‘bira döküldü, fıçı değişti, ilk bardak çok köpüklü oluyor’ gibi sebeplerden kaynaklanan kayıpları da 20% civarında önlüyor.
Bu tezleri, en azından bir kısmını, test edebilmek için birkaç röportaj yaptık ve röportaja katılanlardan birinin çok içten bir şekilde ‘çok kolay, çok hızlı. Neden daha çok yerde yok?’ dedi, röportaj için iyi görünmüş olsa da gerçekliğini test etmek istedim. Spoiler vermiş olacağım ancak gerçekten aynı adam devre arasında gelip tekrar Pubinno makinesinden bira doldurduğunu gördüm, yapay zeka hepimizi işsiz bırakacaktı…
Hummalı bir çalışma sonrası ortaya çıkan yukarıdaki görüntüler, Rönesans tablolarını utandıracak kadar iyi görünüyordu. Emre’nin elinde röportaj kağıtları, Ege’nin mükemmel birayı doldurma macerasını çeken ben ve Berk... Makine güzel, kullanışlı. Benim gibi bara gitmekten üşenenleri sevindirecek türden atılımlar.
İlk Kriket Maçımız ve Tribün Atmosferi
Pubinno makinelerine fazla mesai yaptırdıktan, hemen hemen tüm Lord’s Cricket’i tavaf ettikten ve maçın belirli bir kısmını yedikten sonra yerimize doğru emin olmayan adımlarla gittik. Emin olmayan diyorum çünkü oyunun kendisi kadar bu kez tribün oturma düzeni ve bloklar da bir hayli karışık geldi hepimize. Envai çeşit stadyum ve salonda yerimizi kolayca bulabilmiş olan bizler birkaç başarısız denemeden sonra yerimize vardık. İnsanlar gerçekten bir maçtan ziyade, etkinliğe gelmiş gibilerdi. Yine bir Royal Ascot kadar olmasa da şık giyinmiş insanlar ellerinde yiyecek ve içecekleriyle oyunu takip ediyorlardı.
Oyunu takip etmek için insanüstü bir çaba sarf ediyorduk. Bir yandan sırayla yapılan vuruşlar, sağa sola telaşlı koşuşan elemanları görüyor; diğer yandan kendimize bir taraf bulmaya çalışıyorduk. Neyse ki maça gelmeden çalışmıştık ve olan biteni az çok anlayabiliyorduk. Dilerseniz söz verdiğim üzere size de biraz anlatmaya çalışayım, hem de futbol üzerinden..
Şanlı Kriketimizin Temel Kuralları
Başlangıçta da bahsettiğim üzere kriketin kuralları temelde aynı olsa da oyun türlerine göre farklılık gösterebiliyor. Bizim gittiğimiz müsabakanın türü de The Hundred idi.
İki futbol takımı hayal edin. Amaç en çok gol atmak yerine en çok puan (run) yapmak. Her takımın 100 hakkı (topu) var. İlk takım hücum yapıyor (yani topa sopayla vuruyor), ikinci takım savunmada (yani atış yapıyor ve topu yakalamaya çalışıyor). Hücum takımı topa vurduktan sonra kale direkleri arasındaki mesafeyi koşarak geçtikçe 1 gol = 1 run kazanıyor. Eğer topu taç çizgisinin dışına gönderirse ekstra puan geliyor (yerden çıkarsa 4, havadan tribüne giderse 6 gibi).
Savunmadaki takımın amacı ise hücumcuları düşürmek, engellemek de diyebiliriz. Bunu da kaleye benzer direkleri top ile devirmek veya topu havada yakalamak gibi farklı şekillerle yapıyorlar. Bir hücumcu “düşerse”, out olursa, yerine yenisi geliyor. Düşmezse 5 veya 10 topluk bloklar halinde bir atıcı topu atabiliyor.
İkinci devre takımlar rolleri değişiyor: Savunmadaki takım bu kez hücuma geçiyor ve aynı şekilde 100 atak hakkını kullanıyor. En çok puanı (golü) toplayan maçı kazanıyor. Yani aslında bu, iki devreli bir futbol maçı gibi, ama süre yerine 100 atak hakkı var.
Devre Arası Sonrası Heyecan Dorukta
Ekibin iştahı, diğer maç günlerinden de bildiğiniz üzere, bir hayli açıktı. Festival alanında bulduğumuz food truck’lar kurbanımız olmak üzereydi. Kendileri değil tabii ki, servis ettikleri lezzetli yiyecekler.. Bir kısmımız klasik seçime giderek butik bir burgerciden mini bir menü alırken; kalanlarımız komşunun yemekleriyle ev hasretlerini bir nebze gidermeye çalıştılar.
Karnımızı doyurduktan sonra heyecan fırtınası için yerimize geri geçtik. İkinci yarıların ilk başını kaçırmasıyla ünlü ekip, bu kez işin suyunu çıkarmıştı. Vuruşların 1/3’ünden fazlası yapılmıştı ve skorboard’da bir değişiklik söz konusu idi. Supercharger’ların turboları açılmış, kalan atışlarında ortalama bir performans sergilerlerse maçı kazanacaklardı. Dışarıdan görenler gurme kriketçi sanabilirdi bizi ancak görüntüdeki etnik kökenimiz yabancı gözlere çok kafa karıştırıcı gelebilirdi.
Son 10 atışa geldiğimizde Supercharger’lar galibiyeti garantilemek üzereydi ve 100. top gelmeden de öyle oldu. İlk Hundred maçımızda ev sahibi (!) takımı kurutmuş ve 2bira1maç lanetini üstlerine salıverdik. Maç bitimiyle çöpçü balığı edasıyla etraftaki boş bardakları toplayan insanları gördük. Biraz tecrübesiz olsak ‘n’apıyor bu tipler’ diye boş boş bakacakken, aklımıza Wimbledon hatıralarımız geldi. Daha önce Pubinno standında alırken para ödediğimiz bardakların tanesi 1£ ediyordu ve insanlar bu meblağa tenezzül etmediğinden birkaç vizyonlu ‘homeless’ etrafta kalan bardakları toplayarak gerilemekte olan Britanya ekonomisi içerisinde ayakta kalmaya çalışıyordu.
Z Raporu ve Kapanış
Spor almanağımıza yeni bir sayfa katmış olarak günü kapatıyorduk. Farklı kültürlerden gelen, başka amaçlar uğrunda filizlenmiş sporları keşfetmek adıma büyük bir keyif olmuştu. Birleşik Krallık’a başkaldırı unsuru olabilecek en ufak fırsatı kaçırmamış olan sömürgeler, intikamlarını alabilmek için bir sporu dünyanın birçok noktasında popüler hale getirmişlerdi.
İlk gençliği futbol ve basketbol ekseninde geçmiş, daha sonra farklı sporlara merak salmış/salabilmiş biri olarak kriketin içine birazcık da olsa girebilmek huzur vermişti. Kriket'in mabedinde bir müsabaka izlemiş olmanın kıvancı, bir sonraki maç gününün hayalleriyle dönüş yoluna geçtik.