Snooker Dünya Şampiyonası
Bu kez sıra dışı bir ‘maç günü’ ile karşınızdayız. Birçokları için kurallarını ezberlemenin imkansız gözüktüğü, kurallara aşina olan azınlığa bile zaman zaman yavaş ve sıkıcı gelebilen, adanın bol kurallı ‘elit’ sporu Snooker Dünya Şampiyonası için tarihi mekan Crucible’ın yolunu tuttuk. Uzun yıllar canlı izlemenin hayalini kurduktan sonra üç sene üst üste hayallerimiz gerçek oluyordu ama ne benim ne Berk’in heyecanından hiçbir şey azalmamıştı.
Londra St. Pancras istasyonundan başlayan ve iki buçuk saat süren yolculuğun ardından kuzeyin incisi Sheffield’a ulaşıyoruz. Şehirle ilgili az çok fikri olanlar bu cümledeki sarkasmı hissetmiştir, bilmeyenler için ufak bir özet geçmekte fayda var. Öğrenci şehri olarak adlandırılan, oldukça yavan ve diğer İngiltere şehirleri gibi kasvetli havaya sahip, son üç yıldır her gittiğimizde aynı inşaatları gördüğümüz şehir. Ana tren istasyonundan, organizasyonun yapıldığı tarihi Crucible Tiyatrosu’na gitmek için doğrusu pek bir efor gerekmiyor. Yaklaşık on dakikalık bir yürüyüşün ardından tiyatroya vardık. Etrafta ufak bir fan zone, maç sonralarında kullanılan ve program yapılan bir yayın alanı dışında görülecek pek de bir şey yok. Bu yıl vaktimiz kısıtlı olduğundan ötürü içeri giriyoruz ve tanıdığımız bildiğimiz büyülü atmosferi solumaya başlıyoruz.
Crucible Tiyatrosu adından da anlaşılacağı üzere aslında bir tiyatro sahnesi, ve snooker buradaki etkinliklerden yalnızca biri. Ancak turun kendisi ve onun sezon finali ile özdeşleştirildiğinden olacak ki dekorasyondan organizasyona snooker burada oldukça ciddiye alınıyor; içerde atmosfer heyecanlı. Bu küçük, hatta cüretkar olmak gerekirse ‘derme çatma’ diyebileceğimiz yapının iç dizaynı sadece snooker’a hizmet edecek şekilde düzenlenmişti. Girişte hemen sağınızda güncel turnuva formatı ve o ana kadar oynanan maçların sonuçlarını gösteren scoreborad bizi karşılanıyoruz. İçeri doğru ilerledikçe WST’nin standı ile orjinal ürünlerin satışının olduğu bölüm, hemen karşısında Triple Crown (üçlü taç) kupalarının sergilendiği alana geliyoruz. Geçen yıl yaptığımız ziyarette yerinde başka bir biranın olduğunu gördüğümüz ancak bu sene tekrar tap’lerde yerini almış olan Crucible Lager, bu topraklarda bulabileceğiniz en iyi ev yapımı lagerlerden biri bana kalırsa. Önce depolarımızı doldurup daha sonra yolluklarımızı alıp yerimize geçiyoruz.
Mekanın oturma kapasitesi yıllardır tartışılan bir konu. Hatta öyle ki, geçtiğimiz yıllarda dillendirilmeye başlanan finalin başka bir mekana taşınma ihtimali bu sene de tartışılmaya devam ediyordu. Hossein Vafaei’nin mekan ile ilgili yaptığı sert yorumlara sadece Neil Robertson destek çıkmış olsa da ona yüklenen diğer tur oyuncularının hemen hepsinin aynı düşünceleri taşıdığı veya bir noktada benzer yorumlar yaptığı da bir gerçek. Konuyu dağıtmadan devam edelim. İçeri ilk girdiğimde benim de gözüme oldukça küçük görünen yapının kapasitesi 1000 kişinin altında. Atmosfer ise oldukça yoğun, oyuncuların giyim kuşamından kurallara, hatta seyirciye kadar uzanan kocaman bir kurallar silsilesinden bahsetmek mümkün. Biraz açmak gerekirse, 20 yıla yakın bir süredir finallerin sunuculuğunu yapan efsane sunucu Rob Walker, her seans açılışından önce aynı enerji ve sempatiyle önce seyircileri coşturuyor daha sonra anonsunu yapıyor. Anons seremonisi ve ardından oyuncu-seyirci-hakem üçgeninde bir takım kurallara bağlı kalınarak saygı çerçevesinde icra edilen bir spor olması, bu atmosferi yaratan başlıca etkenlerden. Şahsen tur finalini Crucible ve Sheffield’dan ayrı düşünmek benim açımdan imkansız fakat mekanın bir renovasyona ihtiyacı olduğu da su götürmez bir gerçek.
8-8-8’in bir kısmına şahit olmak umuduyla geldiğimiz Crucible’da tam anlamıyla bir Ronnie fırtınasına denk geldik. Koca seansta neredeyse masada kalmasına izin vermediği rakibine sadece 1 (yazıyla bir) frame veren Ronnie, o frame’de de turnuvanın o ana kadar yapılmış en yüksek serisini (142) bizimle birlikte kenardan izlemek durumunda kaldı. Maç kalitesi olarak düşük olan ve oldukça tek taraflı geçen bir seans izlemiş olsak da, dünya gözüyle Ronnie’yi bir kez daha sadece birkaç metre uzağımızda hem de dünya şampiyonasında izlemiş olmak paha biçilemez bir deneyimdi. Tarihin en büyük ismi yolunda emin adımlarla ilerlerken yolun sonunun şampiyonluk olacağından emin gibiydik. Kupaya giden yolda yarı finallere gelindiğinde, elemelerden gelen üç tur oyuncusunun yanı sıra onlara bir de şimdiye kadar şampiyonluğu bulunmayan dördüncü bir oyuncu kalmıştı, Kyren Wilson. Kyren, snooker camiasında kanımca değerinin altında görülen oyunculardan biri. Yıllarca turda hep ana tablo civarlarında kalabilmiş, oldukça yetenekli ve uzun seriler inşa edebilen bir oyuncu. Uzun süren maçlardaki mental yetersizliği ve yıl içerisinde form tutturduğu dönemleri uzatamaması büyük turnuvalarda, özellikle de dünya şampiyonasında iyi sonuçlar almasının önünde büyük engel oluşturuyordu. Bu yıl ise sonuç farklı oluyor ve Kyren kariyerinin ilk dünya şampiyonluğuna Jak Jones karşısında ulaşıyor. Belki o büyülü 8-8-8 bu yıl da olmadı ancak spor, yine yeni bir kahraman yaratmış; hikayesinin en önemli bölümünü tamamlamış oldu.
Snooker sezonunu güzel anılarla ve bir kez daha Crucible atmosferini soluyarak kapatıyoruz. Her ne kadar çoğunluğun beklediği gibi sonuçlanmamış olsa da dünya şampiyonası, birçoklarının itiraz edemeyeceği kadar güzel ve romantik bir sona sahne oldu. Bu antika, kendine has sporun daha da yaygınlaştığı yarınlarda, yeni heyecanları yaşamak için biz de beklemede olacağız. Önümüzdeki sezon görüşmek dileğiyle.
Batu Çalışkan
The post Snooker Dünya Şampiyonası first appeared on 2 Bira 1 Maç.