Bu yazımızda rotamızı futboldan uzaklaşarak Ada’nın popüler sporlarından biri ve benim de uzun yıllardır keyifle izlediğim snooker’a çevireceğiz. Triple Crown’ın ikinci ayağı, 2024’ün ise ilk büyük turnuvası olan Masters için ikonik bir venue olan Alexandra Palace’a doğru yola koyuluyoruz.
Alexandra Palace, şehrin en bilindik ve eski yapılarından biri. Genellikle “Ally Pally” olarak bilinen, Kuzey Londra’da bulunan tarihi bir eğlence ve sergi mekanıdır. 1873 yılında inşa edilen bu yapı, başlangıçta rekreasyon, eğitim ve eğlence için halka açık bir merkez olarak hizmet veriyordu. Wood Green ve Muswell Hill bölgeleri arasında; Türk mahallesine yakın bir tepede konumlanmış bu tarihi yapı, Londra’nın panoramik bir manzarasını sunmakta olup tarih boyunca çok işlevli bir yapı rolünü üstlenmiştir.
Başlangıçta bir Victoria dönemi eğlence merkezi olarak tasarlanan Alexandra Palace, konserlerden tiyatro gösterilerine ve sergilere kadar geniş bir etkinlik yelpazesine ev sahipliği yapmıştır. Yıllar içinde, kültürel ve sosyal buluşmaların merkezi olarak tanınmıştır. 1936’da BBC tarafından gerçekleştirilen ilk televizyon yayını gibi önemli tarihi anlara da şahitlik etmiştir. Günümüzde Alexandra Palace, konserlere, konferanslara, spor etkinliklerine ve sergilere ev sahipliği yaparak, Londra’nın kültürel mirasına önemli bir katkıda bulunan çok yönlü bir mekan olarak hizmet vermektedir. Tarihi, mimarisi ve panoramik manzaraların eşsiz bir birleşimi, onu yerli halk ve turistler için popüler bir destinasyon haline getirmekte ve Londra’nın kültürel mirasına zengin bir katkıda bulunmaktadır.
Maç günü izlenim ve deneyimlerimizle devam edelim bu bölüme… Maçın oynandığı bölüme girdiğimizde içeride tam bir snooker havası vardı. Daha önce Dünya Şampyionası’na ev sahipliği yapan Crucible Tiyatrosu’ndan edindiğimiz tecrübelerle kıyaslayınca alışık olduğumuz bir manzarayla karşılaştığımızı söyleyebilirim. Hemen girişte snooker masaları, lisanslı ürünlerin satıldığı bir WST (World Snooker Tour) standı, oynanan müsabakayı gösteren birçok ekran ve yemek/içecek alınabilecek şık bir bar. Sarayın eskiliğinden yakınan Ronnie’ye bazı noktalarda hak vermemek mümkün değil. Zira salonun içi soğuktu ve hafta boyunca ufak çaplı ‘haşerat krizleri’ ile uğraşıldı. Öyle ki Judd vuruş yaptığı sırada sırtında bir eşek arısı dahi vardı. Tribünlere çıktığımızda ise, sarayın iç yapısına uymayan bir şekilde taşınabilir tribünler ve bacak mesafesi oldukça kısa koltuklarla doluydu (Pegasus’a selam olsun). VIP diye nitelendirebileceğimiz bölüm ve hospitality’yi saymazsak tüm oturma yerleri eşit ve güzel görüş açısına sahipti.
Murphy ve Zhang arasındaki maç pek hareketli değildi açıkcası. Majör turnuvalarda çok başarısı olmayan Zhang, tecrübeli rakibine iki frame haricinde pek fazla diş geçiremeden turnuvaya veda etti. Murphy maça hızlı girerek ilk frame’i alsa da Zhang’ın yanıtı ve masa temizliği gecikmedi. Üç ve dördüncü frame’leri başabaş götürse de Çinli sporcu, seans arasına geride girmekten kurtulamadı. Maçta hiç yüzlük seri olmaması enteresan olmasına rağmen, oyun tarzları çok akıcı olmayan bu iki isim arasında sıradan karşılanabilecek bir durum. Seans arasından sonra Zhang kıpırdansa da, Murphy tecrübesiyle maçı koparttı ve bir üst tura yükseldi.
Tüm bunlar ve olumsuzluk gibi görülebilecek daha birçok fiziksel etmen, bu eşsiz deneyimden keyif almamızın önüne geçmedi elbette. Her spor dalında olduğu gibi snooker’ın da kendine has gelenekleri, seyirci profili ve sokak ağzıyla ifade etmek gerekirse, bazı ‘racon’ları mevcut. Seyirci olarak idrak etmeniz ve sorumlu olduğunuz görevleriniz var. Oyuncu güzel bir vuruş yaptığında alkışlamak, ki bu noktada hangi vuruşun ‘güzel’ veya hangi vuruşun şansa yapılmış olduğunu anlayacak kadar bilgi, ilgi ve alaka gerekiyor. Vuruş sırasında ses çıkarmamak, seans boyunca hiç konuşmamak veya sessizce fısıldamak bunlardan sadece birkaçı. Bu konuda dikkatsiz olarak, önümüzde oturan insanları sinirlendirerek ağzımızın payını almış olduğumuzu da ayrıca belirtmek isterim.
Masters turnuvasını diğer turnuvalardan ayıran başlıca özellik ise, üçlü taç (Triple Crown) turnuvalarından biri olması. Bazı sporlarda sporun ruhunu yansıtan, tarihinde önemli yer tutan müsabaka/turnuvaların olduğu bilinir. Örnek vermek gerekirse; motor sporları için Le Mans, Monaco GP ve Indy 500; tenis için dört büyük Grand Slam ve snooker için de Birleşik Krallık Şampiyonası, Masters ve Dünya Şampiyonasıdır. Bu sporlara kendini adayan sporcular, tarihin en iyisi kıyaslamasına girebilmek için buralarda başarılı olmalı ve izleyenler ile meslektaşlarına karşı kendilerini kanıtlamalıdırlar. Bu yıl oynanan Masters için bu anlamda özel bir durum oluştu diyebiliriz. Tarihin en iyilerinden, hatta bazılarına göre artık en iyisi, olan Ronnie ‘Rocket’ O’Sullivan için adını tarihe bambaşka bir şekilde yazdırabilmesi için son üç ay kaldı diyebiliriz. Birleşik Krallık Şampiyonasını tarihte kazanan en genç, en yaşlı ve en çok kazanan (8) isim oldu. Masters için de durum farklı değil yine en çok kazanan (8), en genç ve en yaşlı isim unvanını eline geçirdi. Bu sporun tarihinde eşine çok az rastlanacak bir fırsat eline geçti, bir takvim yılında üçlü tacın üç ayağını da kazanmak. Şimdiye dek, bu takvim yılında ilk iki ayağı kazanarak, dünya şampiyonasına 8-8-8 yapma umuduyla ve hemen her büyük istatistikte tek başına en tepede olma fırsatını eline geçirmiş bir Ronnie var. Son zamanlarda sürekli olarak ‘rekorların benim için bir anlamı yok’ minvalinde arabayla açıklama yapmış olsa da, onu tanıdığımız kadarıyla istekasını kemirip, çiğ et dövmeye başlamıştır bile Nisan ayı için…
Alexandra Palace’ı ve çok sevdiğimiz snooker’ın en önemli organizasyonlarından birini daha yerinde tecrübe etmek çok özel bir deneyimdi. Maçın özeli ve turnuva genelinde keyifli anlar yaşadığımız bu etkinliğin (ve benzerlerinin) devamını getirmek için ağzımızda kalan tadı hatırlayarak diğer organizasyonlara göz atacağız gibi görünüyor. Son olarak, bu yıl oluşabilecek muhteşem hikayenin bitişi için tüm snooker severler gibi biz de Nisan ayını ve muhtemel bir roket hanedanlığının son parçasını bekliyor olacağız.
Batu